Ben; Artık kimse şeker toplamaz sanıyordum diyorum.
Çocuk; Eski bi alışkanlık işte diyor.

Çocuk; Uzun zamandır bu yaştayım diye cevap veriyor.
Çocuk küçük ama büyük laflar ediyor. Bildiği bir şey var ama saklıyor, söylemiyor.
Ben; Hadi Anneni bulalım diyorum. Annem yok diyor.
Öyleyse Baban ? diyorum.
İkiside ben doğmadan öldü diyor.
Nasıl oluyor anlamıyorum? diyorum.
Rüyanda bari mantık arama diyor.
Sonra çocuk gidiyor, ben de gidiyorum. Adını sormadım diye üzülüyorum.
Yani demem o ki ; Siz böyle rüyalar görmeyin.
Onun yerine böyle filmler izleyin;
Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Yusuf 'u, cezaevinden çıkıp geldiği Doğu Karadenizde ki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır.
Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği günlerde, Yusuf Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir.
90 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyor.