Sayfalar

17 Nisan 2011 Pazar

Pazar, Björk, Cioran ve Richard



" Pazar öğleden sonraları aylarca uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş, ilk lanetin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varırdı? Yaşanmaya değer bir tecrübe olurdu bu. Tek eğlencenin cinayet olacağı; sefahatın yürek temizliği, naranın melodi, sırıtmanın şefkat halinde görüneceği hayli muhtemel. zamanın sınırsızlığı duygusu, her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, darağacına çevirirdi. Şiirle dolu yüreklere şevksiz bir yamyamlık, bir sırtlan hüznü yerleşirdi; kasap ve cellatlar bitkin düşüp tükenir, kiliseler ve genelevler iç çekişlerle dolardı.
Bir pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren.... sıkıntının tasviridir bu - evrenin de sonu. "E.M.Cioran






Bir şeyler yazamıyor olmam , Bir şeyler izleyemeyeceğim anlamına gelmez.
Yaşamak adına Bim'e gitmeli insan. Sonra A 1001'e sonra Pazara gitmeli ardından beklentilerini en aza indirmeli ki hayal kırıklıklarıda azalsın. Kabullenmeli Pazar'ın pazartesinden onunda salı dan farksız olduğunu ki farklı oldugunda bile unutucağından ötürü çarşambaya gelindiğinde yine bir şeyin değişmeyeceğini göreceğinden perşembe adına da atıp tutmamalı. Yani demem o ki ; Günlerin önünden ve arkasından konusmayalım arkadaşlar. Bizim oralarda bi laf var - Senin önüne geçende bir arkana geçende- ( ne demek istemişler pek anlamadım ama paylaşayım dedim)Bi de şey var ; Bar'a giren göt sallar( bunun cok derin anlamları var o yüzden hiç girmiyorum açıklama çabasına bile ) .Evet terk derdim bu. Ölücez abi sonuçta hepimiz.Hep şey düşünürüm ; 70 yaşına geldiğimde hayatım hakkında aralıksız 70 dk boyunca konusamıycaksam .. . devamı yok işte. Ne gerek var şimdi böyle triplere girmeye. Hadi sağlıcakla.







13 Nisan 2011 Çarşamba

Sıkıntı

                                Bir şeyler yazamıyor olmam bir şeyler çekemeyeceğim anlamına gelmez.




Yazmak zor iş. Fotoğraf çekmek daha kolay. Oysa aklıma bir çok şeyde gelmiyor değil fakat hiçbiri bir fotoğraftaki kadar hazır, köşeli ve keskin değil. Film çekmek en zoru bence. Onda her şey muğlak her şey belirsiz. Müzik dinlemek en kolayı. Bu da yazdığım en boş yazı. Canım sıkılıyor. Hadi sağlıcakla.

Bu arada aklıma şey geldi.
- Naptın bayan ? Bok ettin kapıyı.

7 Nisan 2011 Perşembe

Sonbahar

Dün gece bir rüya gördüm. Böyle bi çocuk giyinmiş bayramlıklarını karşımda duruyor. Sonra çocuk kırmızı papuçlarını gösteriyor.Anlıyorumki eski zamanlardayız. Annen nerde diyorum ? - Bilmiyorumki, diyor. Peki sen burda napıyorsun diyorum ? - Şeker toplamaya geldim. diye cevap veriyor.
Ben; Artık kimse şeker toplamaz sanıyordum diyorum.
Çocuk; Eski bi alışkanlık işte diyor.
Ben; Alışkanlıklar kötüdür daha çok küçük değil misin? Diyorum.
Çocuk; Uzun zamandır bu yaştayım diye cevap veriyor.

Çocuk küçük ama büyük laflar ediyor. Bildiği bir şey var ama saklıyor, söylemiyor.

Ben; Hadi Anneni bulalım diyorum. Annem yok diyor.
Öyleyse Baban ? diyorum.
İkiside ben doğmadan öldü diyor.
Nasıl oluyor anlamıyorum? diyorum.
Rüyanda bari mantık arama diyor.

Sonra çocuk gidiyor, ben de gidiyorum. Adını sormadım diye üzülüyorum.

Yani demem o ki ; Siz böyle rüyalar görmeyin.

Onun yerine böyle filmler izleyin;





Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Yusuf 'u, cezaevinden çıkıp geldiği Doğu Karadenizde ki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır.

Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği günlerde, Yusuf Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir.

90 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyor.




3 Nisan 2011 Pazar

Sefiller ve Krediler.

Evet arkadaş bugün sefiller ve krediler üzerine bir şeyler söyleceğim. Şöyleki ; Öğrenciler, Odalarında Hira mağarasında vahi bekler gibi bekler o mübarek günü. O gün geldiğinde öğrenci Peygamberliğini ilan edecektir ve mağarasından pardon odasından koşar adımlarla mübarek topraklara -yani Ziraat ATM' lerinin bulunduğu bölgelere koşacaktır. Umutla, çoşkuyla, şarkılar ve türküler söylerek..

Örneğin; Eskişehirde her ayın 6sı gecesi Porsuk çayı etrafında öğrencilerden oluşan büyük bir halay ekibi kurulur ve halay ekibinin göğü delen zılgıtları eşliğinde Ziraat bankamatik'ine doğru zıplaya hoplaya falan gidilir. Sonra işte çekilen krediyle Barlar sokağına gidilir fakat orda halay trene dönüşür falan.

Şimdi sen diyeceksin ki ; Tamam iyi hoş Krediler'i anladık ama Sefiller ne alaka ? Ben de diyeceğim ki; Ama bunlar olmadan önce fonda hep Küçük Emrah - Sefiller. çalar.
O zaman ben susayım Küçük Emrak konussun.
Konuş Küçük;


Yani demem o ki; Cepte para bitince Küçük Emrah dinler motive olurum. Victor Hugo'nun ölümsüz eserinden.. ama sadece ayın 7 sine kadar, Sonra papi çulo falan dilerim.


İşte öyle arkadaş. Bu arada bunu yazarken de doğum günüm olmuş. Gelen msj la farkına vardım. Ozman bi Senttello açayımda dinleyeyim. Bu arada bende Sentellonun 17 tane remixi var. Hani yannış olmasın. Hadi sağlıcakla.



2 Nisan 2011 Cumartesi

Existentialisme est un humanisme*

Yine bir İzmir - Eskişehir arası Tren yolculuğuydu. İzmir mavi treninde 43 numaralı koltuğa oturdum. İlk önce trene binenleri seyrettim ve her trene binen için acaba bu mu dedim lan yanımdaki koltuğa oturacak kişi. İçimden diyorum bu otursa olur. bu oturmasa da olur, bu kesin oturmasın. Neticesinde kimse oturmadı zaten yanıma. Yanım boştu. En güzeli olmuştu.
Sonra canım sıkıldı tabi. O zaman kitap okuyayım bari dedim. Çantamdan Sartre çıktı.

Sonra beni aldı götürdü bi varoluşculuk ki sorma gitsin.
Ben bugun bir şeyler üzerine bir şeyler söyleyeceğim yine yani şöyle ki;


Hayvanları ve İnsanları Sevmek Üzerine.

Şimdi her şeyi siktir edelim ( hemen nihilist bi giriş yaptığım sandın demi ? yok öyle değil. ) Marx'ın Hegel'in veya Sartre'ın Hümanizminden bahsetmeylim ve olabildiğince ilkel bi mantıkla düşünmeye çalışalım. Evet sanırım en zoru da bu.

...........................
..............
..........
.....
.

Evet bu noktalar benim insanları ve hayvanları sevmek üzerine düşüncelerim. Orada bir sürü cümle ve kelime yığınları var. Yazacağım hiç bir şey bu konu üzerine düşündüklerimi yansıtmayacağı için ( yada sadece yansıtacağı için demeliyim ama bir ayna gibi ) hiç bi şey yazmamak daha mantıklı çünkü; Düşündüklerimi yazmaya calısıtıgım anda bunların benim anlatmak istediklerimden cok farklı seyler olduguna karar vermem yaklasık 3. satıra tekabül etti.

Kelimeler ağzımızdan çıkar çıkmaz, bizim onları tanımamıza izin vermeden kayboluyorlar.*

Bu yüzden bir şeyler anlatma çabasında olmak dünyanın en zor işi. Bir şeyler anlamak durumunda olmakta ikincisi sanırım. O yüzden bir şeyler anlatmak zorunda değilsiniz bir şeylerde anlamak. Yani demem o ki Olabildiğince Yabancı - laşalım. Alabildiğince de Yaban'a doğru gidelim. Entellektüelite'den sıkılalım artık. Bıkkınlık gelsin,kusalım falan. Bunu Entel Maganda yazdı.

Ben susayım Bob konussunNo more philosophy.. Hadi sağlıcakla.

Bu arada. Başlığa adını veren kitabı o gece o trende okuyup bitirdim. Sonra iki uyku hapı atıp uyudum. Sabah oldu uyandım. Eskişehir garına geldik. Trenden indim. Havada soğukmuş amına koyiyim dedim, yere tükürdüm, yürüdüm. Bu kadar basit. Abartmayın lütfen. Abartmayalım artık. Ayıp !




1 Nisan 2011 Cuma

Sabit katsayılı lineer diferansiyel denklemlerin laplace yöntemi ile çözümü

Evet. Başlık bu. Konuda bu. Ben bugün bi hata yaptım ve Makine 2.sınıf (adını dahi bilmediğim) bi derse girdim. Çünkü beni deli sikti. Pardon canım sıkıldı. Yok arkadasın canı sıkıldı ve bana
-Lan Hüseyin gel derse beraber gidelim. Dedi. Bende;
-Olur, fark etmez dedim.

Sonra ne bileyim işte öğretmen derse girdi ve bugün ki  konumuz ; Sabit katsayılı lineer diferansiyel denklemlerin laplace yöntemi ile çözümü. dedi. Ben içimden o ne lan diye düşünürken. Hoca hadi biraz ara verelim ama kahve falan için ikinci konu daha zor gibisinden bi şeyler dedi.

Neyse ikinci derse girdik. Ben bu arada arkadaştan aldıgım bi sayfaya tespitlerimi falan yazıyorum. Böyle öğrenci profili zart zurt ama ortaya da güzel bi yazı falan cıkıyor farkediyorum yani.
Bi yandan da kulağıma bi takım sesler geliyor ama ben sadece; eksiler bu tarafa geçince artı oluyor ve paydaları eşitliyoruz.. gibisinden ilk okul matematik bilgime denk düşen şeyleri anlıyorum. Zaten ne zamanki sayılar yanlarına o harfleri almaya başladılar işte o zaman benin için karar verme vakti gelmişti. Ya Harfleri seçecektim ya da Sayıları.


Yani demem o ki; Ben bi sayfa bildiğin güzel bi yazı yazmıştım ama onu ders bittikten sonra masanın üzerinde unutup çıktım. İşte bu yazı onun anısınadır. Kim bilir şimdi hangi çöptesin. Çöpte olman dert değilde ya biri alıp okuduysa..

Bu arada 40 yasındaki halimi buldum (bknz; fotoğraf) işte öyle. Beni siz delirttiniz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...