Sayfalar

13 Ekim 2011 Perşembe

Bir Zamanlar Anadolu'da

Top gibi bir ağaç vardı.


Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi ve şahsıma göre aynı zamanda en güzel filmi olan
Bir zamanlar anadoluda bu topraklarda yapılmış en realist ve biricik filmlerden biridir.
Belki uç örnekler olucak şayet Tunç Okan filmleri kadar gerçek, Yılmaz Güney filmleri kadar
politik ve Zeki Demirkubuz filmleri kadar karanlıktı. ( karanlık kelimesini filmin felsefe ve edebiyat
altyapapısının dibi zor gözükecek kadar katı olamasına işaret ederek kullanıyorum.)


Perdeye yansiyan yüzü kadarıyla Anadoludaki bir cinayeti bir savcı, bir polis, bir doktor ve yan karakterler
yardımı ile araştırması üzerine gecen bu film bana Tarkovsky'nin Stalker'ini anımsatmadı değil.
Tabi burada senaryo acısından bir benzerlikten bahsetmiyorum.
Şöyleki; Stalker'de bir yazar, bir profesör ve İz sürücü vardı ve bunlar "Bölge" ye gitme cabasındaydılar.
tıpkı bahsi gecen filmdeki 3 karakter gibi. Belki tırnak içinde şizofrenik bir yaklasım oldugu düşünülebilir şayet
film sonrası yaptıgım çözümleme çabalarım esnasında bu iki filmin git gide birbirine yaklastırdığımı farkettim
ve bu düşüncenin üzerinde durdukca da akla yatkın gelemeye basladı.
şöyleki; polis benim için stalker( iz sürücü ); savcı - yazar ; doktor - profesör karekteri ile eşleşmeye basladı.
Tabiki bu düşüncemin bi altyapısı ve kendimce destekleyebileceğim dayanakları var şayet bilindigi üzere hem stalker hem de Bir Zamanlar Anadolu'da tek tek üzerlerine uzun uzadıya inceleme yapılabilecek sayfalarca yazı hatta abartısız kitap dahi yazılabilecek filmlerdir kaldı ki bunların birbirleri ile ilişik olan çözümlemesini yapmak
bir sayfa için cok fazla olucagını düşünüyorum.


Son olarak değinmek istediğim bi kac nokta var. Şöyleki; hernekadar filmin direk bi ana teması mesajı vs olmasada  ( tabiki bu bir veya daha cok mesajı olmadıgı anlamına gelmiyor )
bana gore kırılma veya ana dialoğu desek belki daha uygun olur ki savcının zanlıya sorduğu - "Sahi kafama takıldı adamı neden bagladınız?" sorusuna aldıgı cevap ve ardından cesedin arabayla götürülmesi çabasında çözüm olarak aynı seyi önermesidir.


Ayrıca Nuri Bilge Ceylan'ın diğer filmlerde oldugu gibi bu filminde de varolus esintileri görüyoruz ki klişe tabirle
bu sefer cok sert esiyor desem yanlıs soylemiş olmam sanırım.
Peki Nuri Bilge diyince akla gelen - Sıkıcı ve anlasılması zor bi filmdi. - yorumu üzerine durmak gerekirse
sıkıcı olma durumuna hiç girmeden anlasılması zor bi filmiydi sorusuna kendimce şöyle bi cevap veriyorum.
Bence flash tv deki gercek kesitten bilmem ne kanalındaki izdivac programından daha anlasılır bi üründü.
(burdaki örnekleri tabiki filmle aynı kefede ürünler oldukları için vermiyorum. ,örnekleri en
bayağı yapımlardan seçmiş olmamın nedeni bu değil.) Kısaca filmin anlaşılabilmesi ve gereken etkiyi yapması   için temel seviyede olsa varoluş bilmeniz veya bu gune kadar en az bir kafka romanı okumus olmanız gerekiyor.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Yaban

Aradığını bulamayacağın gerçeği bir yerden sonra aranan şey'in gerçekliği üzerine düşünmeye itiyor insanı ve bir şey üzerine düşünmeye başladığın anda onu bulma şansın ilk andaki bilinçsizlik halinden aşağı doğru yuvarlanıyor. 
Tıpkı biraz önce telefonu açtığımda arayan komşunun, annemin sesi yerine benim kart sesimi duyduğundaki tedirginlikle karışık ortaya ezme gibi getirdiği kuşbaşılı pide bence 1000 tane pizza'yı yok eder. Kafam çok karışık


Yine böyle bi şeyler yazma tribim en fazla bir paragraf sürmüş bulunmakta. Çünkü; aklıma Stalker deki şu (alttaki) monolog geldi aklıma. Stalker ? ne diye  soranlar olursa aranızda diye söylüyorum kendisi dünyanın en güzel ikinci filmi 1.si konusunda emin değilim belki Permanent Vacation olabilir. Belki


daha önce size anlattığım her şey...
...bir yalandı. esin falan umurumda değil.
ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim?
istediğim şeyi gerçekte istemediğimi nasıl bilebilirim?
ya da, istemediğim şeyi gerçekte istediğimi nasıl bilebilirim?
bunlar anlaşılması zor şeyler.
onları adlandırdığımız an, anlamları kaybolur...
...erir, çözülür, güneşte kalan bir denizanası gibi.
bilincim vejeteryanlık istiyor, dünyayı ikna etmek için.
ama bilinçdışım, bir parça kanlı et için çıldırıyor.
ne istiyorum?





Bu arada geçenlerde Türkan Şorayı gördüm. 
Fotoğrafını çektim. Adını , Günümüzde bir çerçeve olarak Türkan Şoray koydum.






Sonra işte bence bu şarkı alır götürür - Styx - Boat on The River.  


Hadi sağlıcakla az sayıdaki takipcim ve okuyucum. Sevgiler saygılar. Kelebekler, böcekler.



7 Ağustos 2011 Pazar

Sokak.Sosyal Medya. Afrika ve Oranın Çoçukları. Ek Olarak Taş Üzerine Bir Yazı.

Taş taştır yani tamam mı ? Oraya kafanı koyduğunda anlarsın taşlığını. Tamam mı ?





Hani. Şimdi. Kelimeler.  Var. Birde sesler. Nasıl ki kendi sesim kendi kulağıma yabancıysa, ki tamamen bana ait olmasına rağmen. Dilimden dökülen kelimeler onun 10katı yabancıdır kendi kendine dolayısıyla bana. Ve. İnsanı konuşmaya iten ilk neden yine yer yer susmasının da başlıca dayanağı oluyor kimi zaman. Bugünlerde herkesin dilinde bi sosyal medya ve utanmadan değiştirici dönüştürücü rolünden bahsediyorlar. Zizek'in dediği gibi sanal dünyada Sen daima kafeinsiz bir bendir. Kahve gibi görünüp ama kahve gibi kokmayan.
Ve bir başka*sının da dediği gibi. Günümüzde artık sanal gerçeklik dünyasında yaşıyoruz.
Televizyonu açtığımızda orta doğuda veya sadece doğu da savaş görüntüleri vardır. İzlerken sanal olarak duyumsadığımız acı ve savaş teleziyonun düğmesine bastığımızda bizim için bitmiştir. Ve. Yine aynı şekilde Africa   ve Oranın Çocukları. Sosyal medya'da. Aynı şekilde aynı kandırmaca ile vicdan masturbasyonuna alet olurken. Kimse için Devrim artık bir seçenek değil. 


Görece özgürlükler ülkesi her zaman seçenekleri belirledikten sonra senin kendini tatmin edebileceğin, kendine göre özgürlük alanı, üstten bakınca aslında bi kümesi andıran kulüben de tavuk mu yoksa horoz mu ? olmak istediğin konusunda yine görece bi seçme hakkı tanır ki taki sen 3. bir çıkış yolu olabileceği gerçeğini aklının ucundan dahi geçirmeyene kadar. Geçirdiğinde de en fazla Fast Food restaurantında Chiken Menu olursun. 


Üçüncü paragrafa geçip benim de içine düştüğüm bu hatayı daha fazla devam ettirmek istemiyorum fakat Herkes; en uzak duran , duramayınca da can çekişenlerimiz dahi böyle paçayı kaptırıyoruz işte bu canavara.


Bu çağ; nasıl bir çağ bilmiyorum ama artık kapansın.





1 Ağustos 2011 Pazartesi

Eczanelerde varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur.

Demiş. E.Cioran Çüremenin Kitabı'nda. Bundan sonra anlatıcıklarımın bu başlık ışığında devam edip etmeyeceğini bilmiyorum açıkcası. Baktımda nezamandır bloga yazmıyormuşum. Sonra bidaha baktımda zaten ortalama 1 hafta aralıklarla bişeyler karalıyormuşum ama şimdi neredeyse 2haftandan çok olmuş. Aslında tatildeyiz lan daha çok şey çizittirmem lazım demi ? lakin öyle olmamış. Aslına bakarsan bazen aklıma geldi lan şunla da ilgili bişey yazsam böyle  hem zaman geçirmiş olurum sıkıcı yaz günlerinde hem de belkide biri denk gelirse okur, paylaşımlar şakalar  falan.

Neyse efendime söyliyim bu aralar ne bi kitap okumak ne bi film izlemek ne de başka bişey yaptığım yok böyle bi boş adam olma yolunca bilinçsizce ilerlerken tabi bu durumdan rahatsız olmam çok sürmedi. Sürmedi de ne oldu ? Hiç bişey olmadı. Hala rahatsızım. Sonradan farkettim ki bu varoluşumun farkına vardığımdan beri içinde bulunduğum bulantı imiş. ve Eczanelerde de varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yok imiş. Muhabeti nasıl bağladım ama buraya. Çakkalll.!




Bu arada ÇAKAL güzel film ha izlenir.
Güzel şarkı dinlenir Michael Brook-Dijvan Gasparyan : Freedom 
Başkaldıran İnsan güzel kitaptır okunur.



Dedikten sonra başka neler anlatsam diye düşünürken karnım açıktı gittim yemek yedim geldim ve bi bok yazcak halim kalmadı ama hani şu şarkıyı şuraya koyuyorum anlayan anlar hem de buralar hep dolu gözükür. 


Kul Ahmet dedi - yalan dünya. Çıkardı ceketini.  Hadi sağlıcakla.



13 Temmuz 2011 Çarşamba

Hilal Cebeci bence çok ABECİ.

Evet. Belki farkında bile değiliz ama Bilecik diye bi şehir var. Ve benim şimdiye kadar hiç Bilecikli bi tanıdığım olmadı. Bazen öyle bi şehrin olmadığını bile düşünüyorum. O yüzden "merhaba abi ben Bilecik'liyim, bak nüfus kağıdımda da yazıyor." diyen ilk kişiyi öpücem.






Sonra, Bu aralar canım çok sıkılıyor. Mesala; O kadar çok sıkılıyor ki dans ediyorumCUPBA




Daha sonra, Elbette biliyordum benden önce Twitter'e döneceğini 0'nu seçeceğini. Sadece belki bi Umut
( izlenmesi gereken filmler top 10 ) Hayat'ı seçmezsin belki diye düşündüm. O değilde Hilal Cebeci bence çok ABECİ. Hadi Sağlıcakla.

Ha. Unutmadan ;

1 Temmuz 2011 Cuma

Sevmek Zamanı veyahut A bout de Souffle

Evet biliyoruz ki Sevmek Zamanı ve  A bout de Souffle aynı film değil. ( açıklamasını yapayım da başlık yanlış anlaşılmasın ) . Sevmek Zamanı - Metin Erksan'ın ,  A bout de Souffle ise J.L GODARD' ın meşhur Serseri Aşıklar deyü bilinen filminin orjinal ismi. Neyse bu kadar didaktik olmayı bi kenara bırakıp sadede gelelim ki bu iki filmi aynı başlıkta buluşturmamın tek nedeni benim Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı'nı izlerken aklıma Serseri Aşıklar'ın gelmesi ve buna takiben " Lan işte. Bizimde Godard'ımız varmış da biz gıymetini bilmemişiz." demiş olmam değil tabiki başka nedenler de var misal; Godard ile Erksan sinemasının aynı zamanlara tekabül etmesi vs gibi.
Eğer ben Film'lerin fragmanlarını merak ettim dersen.
Sevmek Zamanı Fragman
A bout de Souffle fragman

Her neyse işte çok isterim Bu Film üzerine uzun uzun yazmak o yüzden uzun olmasada elimden geldiğince yani dilim elverdikce konuşucağım. Şimdi ben bu filmin görüntünlerine Duman grubunun Helal olsun şarkısının klibinde rastladım yani klip olarak bu filmden bazı sahneler kullanılmış demek istiyorum. Klip için TIKLAYIN. Şarkıyı dinlediğimde açıkcası malum bayık sesli solistin de katkısıyla şarkıdan bi bok anlamadım sadece böyle "helal olsun aşk olsun ellerimde kar var" gibisinden şeyler hatırlıyorum hala fakat film'den alınan sahnelerdeki dialog lar üst derecede ilgimi çekti. Ne filmi lan bu? nasıl türk filmi? ne alaka ? Bu kafa ne kafası ? gibisinden şeyler düşündüm düşünmedim değil. Sonra bi araştırma falan işte bildiğiniz malum sonuca ulaştım. Sonuç şu ki bizim 1965 yapımı böyle bi filmimiz ondan da eski olan bi yönetmenimiz varmış ki adı da Metin ERKSAN mış. Zaten izlemişim ben bu yönetmenin bi filmini adı Yılanların öcü sonra Susuz yaz'  ve bir çok film de meğersem bu yönetmenin imiş. Hem de1963 'te berlin'de altın ayı alan ilk türk filmi. filmin ödülünü yapımcı almıştır. ödül türkiye'ye hiç gelmemiştir. daha sonra araya pornografik sahneler koyan yapımcı, avrupa'da birçok sinemada bu filmi göstermiş ve üzerinden para kazanmıştır."




Buradan da  adına çekilmiş Metin Erksan'ın Tutkusu adlı belgesel'in giriş bölüme ulaşabilirsiniz. Deyip kendime şaşırıyorum çünkü; bi araştırma bi anlatma çabası bi link vermecilik. Demek ki gerçekten sinema ve film anlayışımı derinden etkileyecek adamlardan biri olacak Metin Erksan.


Neyse gerisini de siz araştırın eğer ki ilginizi çekiyorsa ben biraz merak ettirmeye çalıştım sadece. 
Hadi sağlıcakla.


Gitmeden son bi kıyak daha yapayım film'i izlemek istersen google video' da var. 

23 Haziran 2011 Perşembe

"Sen", daima kafeinsiz bir Ben'dir

Evet. Artık bu saçmalığa bir dur demenin vakti geldi. Desem de öyle değil. Yani kelimeler,cümleler artık bu kadar keskin değil. Çünkü; eylemler sanki birden çok nedene dayanıyor gibi gözükmesine rağmen genellikle tek bir amaca yöneliyor. İnsanın bu süreçte söyleyeceği her şey ve yapmayacağı her hareket ne denli kirden pastan ve eskiden temizlenmiş olsa da yine özünde barındırdığı kokudan kurtulamaz. Kurtulamayabilir. 


Görülüyor ki insan bir konuda düşündüklerini bir başkasına anlatma derdi olmadan sadece kendi kendine ifade etme yoksunluğunu doyurmak için konuştuğunda dışarıdan bakıldığında aslında kelimeler yığının altında ezilen bir zavallıdan başkası değil fakat yine bu zavallı olarak tanımlamak zorunda kaldığımız insan aynı zaman da -kendi kendine- kendini en cok ifade etmiş
 ( edebilmiş ) insan oluyor. Bir başkası için bu geçerli olmasada. Tabi burada önemli olan hangisini seçtiğimiz veyahut seçmek zorunda olduğumuzdur.


Yukarıda bahsi gecen insan .... her neyse  işte öyle.





"kendini ekran imgesinde tanıyan "sen" derinlemesine parçalanmış durumda: basit bir biçimde, ben asla ekran personam değilim. birincisi, kanlı canlı, hakiki bir kişi olarak benim ekran personamdan bariz bir fazlalığım var: marksistler ve öteki eleştirel eğilimli düşünürler, siber-uzaydaki sözde "eşitliğin" aldatıcı olduğuna işaret eder. bütün karmaşık maddi tasarruflar yok sayılır; servetim, toplumsal konumum, gücüm ya da güçsüzlüğüm vs. siber-uzaydaki sürtünmesiz sörfte gerçek yaşamın ataleti sihirli bir şekilde kaybolur. sanal gerçeklik, gerçekliğin özünden yoksun bırakılmasıdır. aynı yolla kafeinsiz kahve "gerçek bir şey" olmadan gerçek kahve gibi kokar, o tadı verir. benim ekran personamda, orada gördüğüm "sen", daima kafeinsiz bir ben'dir."

9 Haziran 2011 Perşembe

BİM'in Pizza'yı Çok Yanlış Anlamış Olması.

Evet.öhöm. Bugün inceleyeceğimiz ürün Yuva Pizza. Kerem peynir ve Peripella'dan  sonra yolum onunla yine bir Bim görmesinde kesişti. Arada sırada Bim'e giderim. Halını hatrını sorarım. Neyse işte baktım buzlukta orada dondurulmuş bir pizza adı ise Yuva. Can evimden vurdu beni Yuva böyle yuvamı, evimi, annemin pizzalarını hatırladım. Anne pizzası diye bir şey var.

Neyse işte gözümü kırpmadan içinde dört adet pizza olan sadece ve sadece 5 buçuk liraya satılan Yuva pizzayı aldım ve çıktım bimden. Evdeki micro dalga fırını kullanmanın zamanı gelmişti. Bu arada bence micro dalga fırın Nücleer Santral kadar tehlikeli olabilir. Bilimsel bi kaynak gösteremiyorum ama Pizzalar bildiğin elektrik kokuyor lan böyle radyasyon kokuyor buram buram. Her neyse konu bu da değil. Diyeceksin ki bunun neresinde yanlıs anlaşılma. Demem o ki; Pizzanın üzerine Ketçap yerine Salça sürmüşler. Böyle o salça halihazırdaki peynir ve domatesle karşınca Menemen gibi olmuş. Olmamış yani. Anne Pizzası yapayım derken ayıp etmişler. Ama yinede gayet ucuz ve pratik.

Not: Bim'de çalışmıyorum.

Bu anlattıklarım hep laga luga. O yüzden ;
Okuyabilir.
Bir kereden bir sey olmaz.
Dinleyebilir.
Radyo Sol
İzleyebilirsiniz.
Permanent Vacation 


Çok sonradan Bayan Mikrop tarafından gelen edit ;
Özür dileyerek düzeltiyorum ki aslında pizzada salça olurmuş :) Fakat şöyle ki,
Tarif veriyorum : 
Malzemeler
Hamuru için:
6 kahve fincanı un
2 fincan yoğurt
1 fincan sıvı yağ
1paket kabartma tozu
1adet yumurta
Hazırlanışı
Hamuru hazırlayarak yarım saat kadar dinlendirin. Daha sonra tepsiye yayın. Üzerine salçalı sos hazırlayarak sürün. Dilediğin, sevdiğiniz şekilde malzemelerinizi kullanarak pizzanızı oluşturun. Salam, sucuk, kaşar peyniri, mantar, zeytin vs. kullanabilirsiniz. 170 derecede ısıtılmış fırında pişirin. Afiyet olsun..

Ama hala itirazım sürüyor o bir salçalı sos değil, bildiğin salçaydı ya. Hani yine anneler yaparya böyle pazardan domates alıp kendisi kurutup falan işte öyle. Hadi sağlıcakla.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Krem Peynir Değil Kerem Peynir.

Gecenin bi yarısı insanın canı sıkılınca -ki bu günün her saati böyledir- eğer çare internetse ne bileyim bi feysbuk bi twiter bi emesen dir çare. 


Bazen de bi Blog ama gel gör ki; 
Yediğimiz Krem peynir değilde Kerem peynirse demek ki bir şeyler ters gidiyordur.
Allah yeşil sermayemize zarar ziyan vermesin. Herkes en zor günlerinde BİM'e gidip 1.85 verip 200 gr.lık. 
Kerem Peynir lerinden alsın. Yanındada iki ekmek. Eğer ki peynir yemeyen insanlardan oluşan tarikata mensup arkadaşlarınız varsa onlar içinde Peripella şüphesiz ki en iyi tercih olacaktır.
Fiyatı ise sadece 2.90. 3 lira olsa alamıycaz sanki amk. Sıkıldım lan artık şu doksanlardan. Yok efenim neymiş doksanlarda çocuk olmakmış. Neyse konu dağıldı bak yine. Konumu vardı sanki ? Yoktu.


Zaten bilirsiniz hayatın da bi konusu yoktur o yüzden yazdıklarımızın neden olsun ki ? Neyse Jim Jarmusch'a selam eder yoluma devam ederim.


Yani demem o ki ; Kerem peynir ve Peripella yenebilir. Tatlarıda bok gibi ama güzel. Hadi sağlıcakla. Daha çok yazardım ama nasıl olsa içinde amgötmeme olmayan yazılar okunmuyor bu alemde. Bu da ince bi sitemdir kardeş. Sonra buda gelir buda geçer ağlama.


Ha bide "BİM yeşil sermayeninmiş ya ben ordan alışveriş yapmam." Diyen adam ya mal dır yada sermayenin vatanı dini imanı olmadığını bilmiyordur ki ikincisi daha muhtemel. Sanki diğer yerler Sovyet dükkanı Küba bakkalı amınaki. Yapmayın böyle. 
Etmeyin eylemeyin. 


Yer yer küfür kullandıgığım bu yazımı bitirirken belki aklıma birşey daha gelirse bitirmem diye düşünüyorum ama artık boka sarmadan gideyim diyede düşünmeden edemiyorum tabi ama boka sarsam nolur lan ? Burası benim çöplüğüm istediğim gibi öterim.
Dedim ve kendimden soğudum. Ne bu amk Liboş Liboş yakarışlar.
Arkadaşlar siz siz olun liboş liboş yakarmayın. Nerde bi liboş görsem insanlığımdan utanırım.Hani Nazi görsem o kadar utanmam ama liboş görünce utanırım işte. Böylede bi malım. 



22 Mayıs 2011 Pazar

Pamuk Tarlasında

Ve bence Bulutsuzluk Özlemi hala Türkiye'nin en iyi grubu. 
Mor ve Ötesi Göt oldu. Çok bozdu da diyebilirsiniz tabi.

20 Mayıs 2011 Cuma

Africa must wake up.

,The sleeping sons of jacop. Demişken Jacops severim, içerim. Nestle 3ü1 arada dan hazetmem. Ne bileyim söyleyeyim dedim. Sonra Eskişehirde deprem oldu. Dışarı çıktık köpek saldırdı. Balon uçurduk millet ufo sandı. Bıçak çektim. Silahada karşıyım bu arada. 
Sonra işte geçenlerde canım çok sıkıldı twittere girdim. Dedim benim neyim eksik anne niye benim tivitim yok ? Yoksa ben zurnamıyım ha ? Demedim ama bi iç sorgulama yaşadım dedim ki kendi kendime istesem ben de tivit atarım benimde binlerce takipcim olur sonra orda bi ordu kurarım sonra silahlanırız devrim bile yaparım. Kızıl bayrağımızla dağları aşar. Bi çılgın gelip dur abi zincir vurcaz size dese şaşarız oha falan oluruz. işte neyse sonra dedim takipcimde yok ama bakayım yapabiliyor muyum yaptım böyle bişe cıktı ortaya.


Böyle; ( sondan başa doğru okuyunuz:)


- Bide son sölediğin başta cıkıyor o ne ya bi anlam bütünlüğü yok bişe yok. bunu sölemek için tekrar giriş yaptım.bağımlı oldum. yada şizofren
Bildiğin kendi kendime konuştum lan. garip:/
-Ama işte 140karaktere sığdıramıyorum.Marjinalim ve bende borderline var. Ha bide obsesif kompulsif kişilik bozukluğuda var. aşırışekiladamım
- Allahım şükerler olsun isteyince yapabiliyorum hemde 30saniyede bi tivit bile atabiliyorum. amin.
- Biraz önce kendimi denedim tivit atabiliyormuyum diye. Atabiliyormusum. Bildiğin tespitte yapabiliyorum. İçim rahatladı. Ohş.
- Africa must wake up. The sleeping sons of Jacobs. Jacops severim, içerim. nestle 3ü1aradadan hazetmem. Tabi bundan sizene?


Evet. Can sıkıntısı kötü şey. Ama ne bileyim bu şarkıyı dinlerken dans etmek;
R.E.M Überlin
Bu konserde olmak;
Damian Marley & Nas Live - Africa Must Wake Up Live at Rothbury 2009


Vardı. Ama yok. Olmayınca olmuyor işte. Hadi sağlıcakla.



10 Mayıs 2011 Salı

Devrimden Sonra

Duyduk ki Nazım Kültür Merkezi bi film yapmış adı da Devrimden Sonra. Madem şehrimize de gelmiş gidelim dedik. Belki şehre bir film gelir. Gülümse. gibisinden.

Her neyse işte gittik bilet alıcaz ama ayın 6sı akşamı olduğundan sıfırı tüketmiş bulunuyoruz tabi ama arkadaşın kredi kartı var allahtan. Kapitalizm sağolsun. Amin. 


Sonra neyse işte gişedeki kadın demez mi 2 ile 3 kaldı en önde.
Vay arkadaş diyorum salon dolmuş sevinsem mi yoksa en önden teleskop gibi izleyip boynum kopacak diye üzülsem mi derken baktım ki ben çoktan kendi götümün derdine düşmüşüm. Tabi bunu fark edince kendime bi çeki düzen verdim ve hura salona girdim. 
Gördüm ki bizim salon aslında odaymış.


Neyse geçtik oturduk yerimize. Ben kapıdan girenlerin genel profillerini inceliyorum sivil polis gibiyim adeta. Kapıdan bi çift girdi konuşma söyle gelişti.


A- Bu ne lan cok küçükmüş burası
K- Ayh olsun yha cok samimi işte
A- Hee çok samimi amına koyim.


Adam haklı. Her neyse işte film başladı izledik bitti. Bence sizde izleyin. Korkmayın bi şey olmuyor.Bence filmin vermek istediği mesajda buydu. 
Korkamayın Devrim o kadar da korkulacak bir şey değil.


Miss Chang - Chinese Man feat Taiwan MC & Cyph4

2 Mayıs 2011 Pazartesi

yabancı her yerde yabancıdır

Bugün bangır bangır bi sesle uyandım. Kafayı bi kaldırdım, arkadaşım odaya girdi.
Noluyo lan dedim miting mi var? düğün mü var ? ne var ne var ? seçim otobüsümü var ? Bilmiyorum dedi.
Kalktık camdan baktık.

- bak sınırsız inegöl köfte yazıyor.
- ama orda cok az insan var !
- sınırsız inegöl köfte olan bi yerde nasıl az insan olabilir ? 



dedi. cevap veremedim. işte her neyse, o bu değilde.


jim jarmusch - permanent vacation
size çok şey açıklayacağını sanmıyorum. ama hikaye dediğiniz nedir ki zaten? olsa olsa, şu, noktalarını birleştirince tanıdık bir şeyin resmini ortaya çıkardığınız türden bir çizim olabilir. olan biten sadece budur işte! benim için işler böyle yürür. bir yerden, bir insandan kalkar, bir başka yere ya da bir başka insana giderim. ve işin doğrusu, aslında fazla bir şey de değişmez. çok farklı türde insan tanıdım. onlarla takıldım, birlikte yaşadım. kendi küçük rollerini oynamalarını izledim.
ve benim için tanıdığım tüm bu insanlar, sanki bir dizi oda gibiydiler. tıpkı vaktimi geçirdiğim o yerler gibiydiler. yeni bir odaya ilk kez girdiğinde, merak içindesindir. bir lamba, bir tv seti, artık ne varsa ilgini çeker. ama bir süre sonra, o yenilik duygusu kaybolur. hem de tamamen.


ve işte o zaman ortaya sıkıntı ve endişe çıkar. ürkütücü bir dehşet duygusu.


neden söz ettiğimi anlamıyorsunuz sanırım. her neyse, galiba burada anlatmak istediğim husus, bir süre sonra bir şeyin, sanki bir sesin sizi uyarması ve size ‘ayrılma vakti geldi.’ demesidir. başka yerlere gitme vaktidir artık.
insanlar temelde hep aynıdırlar. belki farklı bir buzdolabı, tuvalet vs. kullanırlar ya da başka bir ıvır zıvır. ama o şey size seslenir ve yeniden amaçsızca sürüklenmeye başlarsınız.


siz gitmek istemeseniz bile, bazı şeyler size yol gösterir.
ve işte, şimdi burada, konuşulan dili bile anlamadığım bir yerdeyim.


ama bilirsiniz,
yabancı her yerde yabancıdır.”


‘parmanent vacation’


17 Nisan 2011 Pazar

Pazar, Björk, Cioran ve Richard



" Pazar öğleden sonraları aylarca uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş, ilk lanetin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varırdı? Yaşanmaya değer bir tecrübe olurdu bu. Tek eğlencenin cinayet olacağı; sefahatın yürek temizliği, naranın melodi, sırıtmanın şefkat halinde görüneceği hayli muhtemel. zamanın sınırsızlığı duygusu, her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, darağacına çevirirdi. Şiirle dolu yüreklere şevksiz bir yamyamlık, bir sırtlan hüznü yerleşirdi; kasap ve cellatlar bitkin düşüp tükenir, kiliseler ve genelevler iç çekişlerle dolardı.
Bir pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren.... sıkıntının tasviridir bu - evrenin de sonu. "E.M.Cioran






Bir şeyler yazamıyor olmam , Bir şeyler izleyemeyeceğim anlamına gelmez.
Yaşamak adına Bim'e gitmeli insan. Sonra A 1001'e sonra Pazara gitmeli ardından beklentilerini en aza indirmeli ki hayal kırıklıklarıda azalsın. Kabullenmeli Pazar'ın pazartesinden onunda salı dan farksız olduğunu ki farklı oldugunda bile unutucağından ötürü çarşambaya gelindiğinde yine bir şeyin değişmeyeceğini göreceğinden perşembe adına da atıp tutmamalı. Yani demem o ki ; Günlerin önünden ve arkasından konusmayalım arkadaşlar. Bizim oralarda bi laf var - Senin önüne geçende bir arkana geçende- ( ne demek istemişler pek anlamadım ama paylaşayım dedim)Bi de şey var ; Bar'a giren göt sallar( bunun cok derin anlamları var o yüzden hiç girmiyorum açıklama çabasına bile ) .Evet terk derdim bu. Ölücez abi sonuçta hepimiz.Hep şey düşünürüm ; 70 yaşına geldiğimde hayatım hakkında aralıksız 70 dk boyunca konusamıycaksam .. . devamı yok işte. Ne gerek var şimdi böyle triplere girmeye. Hadi sağlıcakla.







13 Nisan 2011 Çarşamba

Sıkıntı

                                Bir şeyler yazamıyor olmam bir şeyler çekemeyeceğim anlamına gelmez.




Yazmak zor iş. Fotoğraf çekmek daha kolay. Oysa aklıma bir çok şeyde gelmiyor değil fakat hiçbiri bir fotoğraftaki kadar hazır, köşeli ve keskin değil. Film çekmek en zoru bence. Onda her şey muğlak her şey belirsiz. Müzik dinlemek en kolayı. Bu da yazdığım en boş yazı. Canım sıkılıyor. Hadi sağlıcakla.

Bu arada aklıma şey geldi.
- Naptın bayan ? Bok ettin kapıyı.

7 Nisan 2011 Perşembe

Sonbahar

Dün gece bir rüya gördüm. Böyle bi çocuk giyinmiş bayramlıklarını karşımda duruyor. Sonra çocuk kırmızı papuçlarını gösteriyor.Anlıyorumki eski zamanlardayız. Annen nerde diyorum ? - Bilmiyorumki, diyor. Peki sen burda napıyorsun diyorum ? - Şeker toplamaya geldim. diye cevap veriyor.
Ben; Artık kimse şeker toplamaz sanıyordum diyorum.
Çocuk; Eski bi alışkanlık işte diyor.
Ben; Alışkanlıklar kötüdür daha çok küçük değil misin? Diyorum.
Çocuk; Uzun zamandır bu yaştayım diye cevap veriyor.

Çocuk küçük ama büyük laflar ediyor. Bildiği bir şey var ama saklıyor, söylemiyor.

Ben; Hadi Anneni bulalım diyorum. Annem yok diyor.
Öyleyse Baban ? diyorum.
İkiside ben doğmadan öldü diyor.
Nasıl oluyor anlamıyorum? diyorum.
Rüyanda bari mantık arama diyor.

Sonra çocuk gidiyor, ben de gidiyorum. Adını sormadım diye üzülüyorum.

Yani demem o ki ; Siz böyle rüyalar görmeyin.

Onun yerine böyle filmler izleyin;





Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Yusuf 'u, cezaevinden çıkıp geldiği Doğu Karadenizde ki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır.

Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği günlerde, Yusuf Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir.

90 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyor.




3 Nisan 2011 Pazar

Sefiller ve Krediler.

Evet arkadaş bugün sefiller ve krediler üzerine bir şeyler söyleceğim. Şöyleki ; Öğrenciler, Odalarında Hira mağarasında vahi bekler gibi bekler o mübarek günü. O gün geldiğinde öğrenci Peygamberliğini ilan edecektir ve mağarasından pardon odasından koşar adımlarla mübarek topraklara -yani Ziraat ATM' lerinin bulunduğu bölgelere koşacaktır. Umutla, çoşkuyla, şarkılar ve türküler söylerek..

Örneğin; Eskişehirde her ayın 6sı gecesi Porsuk çayı etrafında öğrencilerden oluşan büyük bir halay ekibi kurulur ve halay ekibinin göğü delen zılgıtları eşliğinde Ziraat bankamatik'ine doğru zıplaya hoplaya falan gidilir. Sonra işte çekilen krediyle Barlar sokağına gidilir fakat orda halay trene dönüşür falan.

Şimdi sen diyeceksin ki ; Tamam iyi hoş Krediler'i anladık ama Sefiller ne alaka ? Ben de diyeceğim ki; Ama bunlar olmadan önce fonda hep Küçük Emrah - Sefiller. çalar.
O zaman ben susayım Küçük Emrak konussun.
Konuş Küçük;


Yani demem o ki; Cepte para bitince Küçük Emrah dinler motive olurum. Victor Hugo'nun ölümsüz eserinden.. ama sadece ayın 7 sine kadar, Sonra papi çulo falan dilerim.


İşte öyle arkadaş. Bu arada bunu yazarken de doğum günüm olmuş. Gelen msj la farkına vardım. Ozman bi Senttello açayımda dinleyeyim. Bu arada bende Sentellonun 17 tane remixi var. Hani yannış olmasın. Hadi sağlıcakla.



2 Nisan 2011 Cumartesi

Existentialisme est un humanisme*

Yine bir İzmir - Eskişehir arası Tren yolculuğuydu. İzmir mavi treninde 43 numaralı koltuğa oturdum. İlk önce trene binenleri seyrettim ve her trene binen için acaba bu mu dedim lan yanımdaki koltuğa oturacak kişi. İçimden diyorum bu otursa olur. bu oturmasa da olur, bu kesin oturmasın. Neticesinde kimse oturmadı zaten yanıma. Yanım boştu. En güzeli olmuştu.
Sonra canım sıkıldı tabi. O zaman kitap okuyayım bari dedim. Çantamdan Sartre çıktı.

Sonra beni aldı götürdü bi varoluşculuk ki sorma gitsin.
Ben bugun bir şeyler üzerine bir şeyler söyleyeceğim yine yani şöyle ki;


Hayvanları ve İnsanları Sevmek Üzerine.

Şimdi her şeyi siktir edelim ( hemen nihilist bi giriş yaptığım sandın demi ? yok öyle değil. ) Marx'ın Hegel'in veya Sartre'ın Hümanizminden bahsetmeylim ve olabildiğince ilkel bi mantıkla düşünmeye çalışalım. Evet sanırım en zoru da bu.

...........................
..............
..........
.....
.

Evet bu noktalar benim insanları ve hayvanları sevmek üzerine düşüncelerim. Orada bir sürü cümle ve kelime yığınları var. Yazacağım hiç bir şey bu konu üzerine düşündüklerimi yansıtmayacağı için ( yada sadece yansıtacağı için demeliyim ama bir ayna gibi ) hiç bi şey yazmamak daha mantıklı çünkü; Düşündüklerimi yazmaya calısıtıgım anda bunların benim anlatmak istediklerimden cok farklı seyler olduguna karar vermem yaklasık 3. satıra tekabül etti.

Kelimeler ağzımızdan çıkar çıkmaz, bizim onları tanımamıza izin vermeden kayboluyorlar.*

Bu yüzden bir şeyler anlatma çabasında olmak dünyanın en zor işi. Bir şeyler anlamak durumunda olmakta ikincisi sanırım. O yüzden bir şeyler anlatmak zorunda değilsiniz bir şeylerde anlamak. Yani demem o ki Olabildiğince Yabancı - laşalım. Alabildiğince de Yaban'a doğru gidelim. Entellektüelite'den sıkılalım artık. Bıkkınlık gelsin,kusalım falan. Bunu Entel Maganda yazdı.

Ben susayım Bob konussunNo more philosophy.. Hadi sağlıcakla.

Bu arada. Başlığa adını veren kitabı o gece o trende okuyup bitirdim. Sonra iki uyku hapı atıp uyudum. Sabah oldu uyandım. Eskişehir garına geldik. Trenden indim. Havada soğukmuş amına koyiyim dedim, yere tükürdüm, yürüdüm. Bu kadar basit. Abartmayın lütfen. Abartmayalım artık. Ayıp !




1 Nisan 2011 Cuma

Sabit katsayılı lineer diferansiyel denklemlerin laplace yöntemi ile çözümü

Evet. Başlık bu. Konuda bu. Ben bugün bi hata yaptım ve Makine 2.sınıf (adını dahi bilmediğim) bi derse girdim. Çünkü beni deli sikti. Pardon canım sıkıldı. Yok arkadasın canı sıkıldı ve bana
-Lan Hüseyin gel derse beraber gidelim. Dedi. Bende;
-Olur, fark etmez dedim.

Sonra ne bileyim işte öğretmen derse girdi ve bugün ki  konumuz ; Sabit katsayılı lineer diferansiyel denklemlerin laplace yöntemi ile çözümü. dedi. Ben içimden o ne lan diye düşünürken. Hoca hadi biraz ara verelim ama kahve falan için ikinci konu daha zor gibisinden bi şeyler dedi.

Neyse ikinci derse girdik. Ben bu arada arkadaştan aldıgım bi sayfaya tespitlerimi falan yazıyorum. Böyle öğrenci profili zart zurt ama ortaya da güzel bi yazı falan cıkıyor farkediyorum yani.
Bi yandan da kulağıma bi takım sesler geliyor ama ben sadece; eksiler bu tarafa geçince artı oluyor ve paydaları eşitliyoruz.. gibisinden ilk okul matematik bilgime denk düşen şeyleri anlıyorum. Zaten ne zamanki sayılar yanlarına o harfleri almaya başladılar işte o zaman benin için karar verme vakti gelmişti. Ya Harfleri seçecektim ya da Sayıları.


Yani demem o ki; Ben bi sayfa bildiğin güzel bi yazı yazmıştım ama onu ders bittikten sonra masanın üzerinde unutup çıktım. İşte bu yazı onun anısınadır. Kim bilir şimdi hangi çöptesin. Çöpte olman dert değilde ya biri alıp okuduysa..

Bu arada 40 yasındaki halimi buldum (bknz; fotoğraf) işte öyle. Beni siz delirttiniz.

25 Mart 2011 Cuma

Böyle saçmalık mı olur yahu !


Dün yaşanan kitap toplatma olayı ilk değildi elbette. Faşizm ve baskı dönemlerinde ve özellikle de sol düşünceyi susturmak için dünyada ve Türkiye’de pek çok kitap toplatıldı hatta yakıldı. Baskı sırasında bile toplanan kitaplar olmuştu ama öyle görünüyor ki basılmadan toplatılan ilk kitap örneği dün yaşandı.


Basılmamış kitabın imha edilmesinin ardından bugün de Sincan F Tipi Cezaevi kırmızı kalem ve renkli kağıdın satışını "örgütsel doküman, bayrak ve sembol yapımında kullanıldığı" gerekçesiyle yasakladığı haberi basına yansıdı.

Alıntıdır : SoL.org.tr

24 Mart 2011 Perşembe

Keloğlan Aykız ve Pera.

Hani Keloğlan'ın Aykız sevmesi gibi bi şey işte. Yada Aykız'ın Keloğlan'ı sevmesi gibi.

Ama. Emre Aydın, Cem Adriyan, Soner Kabadayı ve Onların idealar dünyasına yansımalarının romantize edilmiş yalan dolan sevgisi gibi değil  ulan. ( zincirlerme isim tamlamasının kralını yaptım. gel de gör beni edebiyat hocam. ) Rüştü Asyalı'nın dediği gibi böyle harbici hakiki gerçek.

Evet. Daha öncede dediğim gibi gündüzleri normal Hüseyin'im Geceleri böyle atarlanıyorum işte sağa sola. Sonra karanlığa doğru bi şarjör boşaltıp rahatlıyorum. Oh rahatladım. Hadi sağlıcakla.



Bide. Bu ninni'yi söylesin istiyorum Pera'ya. İşte öyle.

Sonra ben kapıdan içeri gireyim ninnide de belirttiği gibi Pera'yı önüme atsın, sonra bende ona gelişine şut çekeyim kapının yan tarafı ile üst tarafının kesiştiği 90 diye tabir ettiğimiz bölgeden gol olsun.

Noluyoruz lan! Yeter bu kadar romantizm.!
Hüseyin'im ben saksı değilim. En çok beni takip edeceksiniz.
Benim takipcim az lan. Açıkca söylemek gerekirse ****de de değil.
Bu arada  Sansüre HAYIR.! Gördüğünüz gibi oraya *** koyunca hiçte şık durmuyor. Hoş değil.

23 Mart 2011 Çarşamba

Geceleri adım Kırmızı' dır.

Gündüzleri normal Hüseyin'im, Geceleri adım Kırmızı' dır. Motoruma biner dansımı yaparım.

Burda bir fotoğraf vardı artık yok
.
Hani yannış olmasın. Hadi sağlıcakla.

Dur gitmeden bi şey anlatayımda öyle gideyim bari ; 
Şimdi böyle otobüste oturuyorum karşımdada sevgililer var. Neyse işte bende böyle arada dinlerim yani milleti hani gözlem, insan davranışları ve doğası falan filan ayağına. Erkek Kadına şey dedi;
- Açmısın bişey yiyelimmi ?
Kadında cevap verdi;
-Yok canım seni gördüm iştağğhım kayboldu.
(şive efekti de verdim)

Sanırım . Seni görünce açlığımı unuttum canım falan demek istedi. Yada aynen dediği gibi demek istedi. Çok harbi delikanlı kızdı. Evet delikanlı bi kızdı. Bıyıkları falanda vardı. Öyle işte.


21 Mart 2011 Pazartesi

Zeki Kadın.

Türkü Turan / Kosmos Film'inden.
Zeki kadın böyle değerli bi şey arkadaş çünkü herzaman heryerde bulunabilcek bi şey değil. Bu arada kadın şey'de değil ama sadece şey olanları var. Yok değil. Neyse çok şey oldu bu. Geçelim. Hem bak dikkat edersen zeki dedim. Güzel değil. -

Güzelliğin on par etmez o elindeki fondöten olmasa.

Ben istiyorum ki hem Lisa Hannigan hem Ece Temelkuran hem de Türkü Turan olsun.

Ne çok şey istiyo amk. sanki Brad Pitt. dediniz demi. ?

Sokakta hanımefendi, mutfakta aşcı, yatakta orospu olsun. Demedim ki lan ben.!





17 Mart 2011 Perşembe

Bıyıklı Futbolcu ve Cino.

Eskiden bıyıklı futbolcular vardı böyle ve artık yok. İçten içe üzlüyorum lan artık hiç bir futbolcunun bıyıklı olmamasına.

Eskiden ne bileyim her şeyin bir şekli vardı.
Örneğin; Çelik  Ateşte idi. Sonra havale geçirdi falan neyse siktir et.

O bu değilde en önemlisi bi CİNO vardı.

Şöyle ki ;

Hatırlıyor musunuz cino yu?  Hani böyle mahalle bakkalında satılırdı. Nasıl tarif etsemki  şimdi sözde çikolata (ama ben ona çikolata diyemem yapamam bunu). Çikolata değildi çünkü farklı bir tadı vardı.. Bak anlatamıyorum ama devam edeyim. Tabi olay sadece Cino'nun kendiside değil.

Böyle bir gizemli havası vardı. Birgün merak ettim. Kim üretir lan dedim bu şeyi ? Markasına baktım yanlış hatırlamıyorum teras mı ne yazıyordu. Ayrıca niye o kadar ucuzdu. Tamam bi kerede ağza atılıp yenicek kadar ufaktı ama herzaman zamanın en küçük demir parasına
satılırdı Cino (sakız fiyatına işte).

Bilmiyorum yani benim içimdeki yerini ne nutella ne alpella dolduramaz. İlk gözağrısı, O gizemli Cino unutulamaz. Hala bazen ara sokaklarda, mahalle kenarlarında bulurum onu böyle bi nihilist bakkalda. O bana bakar öylesine ben de ona öylesine bakarım. Nasılsın derim -hiç der.
Aksam olur Cino susardı ben konuşssam kızardı. Bi acaip adamdı. Ahmet Kaya - Suphi .

Şimdi diyceksiniz bu adam ne anlatıyor ?!?

Beni ancak Cinoyla yolu o mahalle bakkalında kesişenler anlayacaktır ve hak verecektir. -F. Nietzsche

Cino popüler kültüre baş kaldırış, geçmisin ruhu ve geleceğin habercisidir. H. Kırmızı

Daha önce hiç yemediyseniz artık yemeyin 10 yasından önce yenmesi tavsiye edilir tarafımca.
Daha sonra aynı tadı alıp aynı ruh haline kaptıramazsınız kendinizi.
Olmaz arkadaş çünkü ne o mahalle kalmıstır artık ne de o mahalle bakkalı. ( burda jilet atıyoruz )

Yani demem o ki ; Bunları yazarken Cino hakkında kitap yazacak kadar
içimin dolu oldugunu farkettim ve kendimden korktum.
Allahın Cinosu nasılda girmiş bilinçaltıma.!
Belkide o hep saplantılı davranışlarımın altında onun adı vardır. Kim bilir.. Hadi sağlıcakla.

13 Mart 2011 Pazar

9 Mart 2011 Çarşamba

Michael Demirkubuz


Böyle bir film var mesla. O deilde durmadan kar yağıyor falan bunun filmle alakası yok, Film'inde zaten senle benle alakası yok. Zorlasan anlatmam. Michael Haneke filmi anlatılırmıynış hem. İzlenmezde zaten. Atsan atılmaz satsan satılmaz filmler yapıyor bu amcamız. Kim izler lan senin yarım kalmış filmlerini ?  Ayrıca sıkıcıda. Oysa hayat öylemi ? Hep bir aksiyon hep bi renk cümbüşü var tıpkı amerikan sineması.!

Küçük burjuvalar ve onların her daim güvende olma tutkuları, huzura tapmaları , derin uykuları falan.Perdeler iyice kapanmalı ve ayak altında dolaşanlar inthar etmeli ki beyfendimiz huzur bulmalı.

Ayrıca bunlar babadan oğula nesil bunlar tühh ! sakalına tükürdüklerim. Nasılmı  ? ( bknz: fotoğraf )

Zeki Demirkubuz             Michael Haneke

Yani demem o ki böyle bir şey nasıl olabilir tamam tipleriniz benziyor ki böyle şeyler olabilir normaldir hatta eyvallah fakat ikinizde neden yönetmensiniz lan.! hani diyelim yönetmensiniz neden ikinizinde filmleri birbirine benziyor ? Birbirinizin farklı ülkelerdeki şubelerimisiniz ulan siz ? Başıma belamısınız ? . Ne ayaksınız ?

Görüldüğü üzere kafam çok karışık durum vahim.

Bi de aklıma ne geldi lan dur.Böyle Michael Haneke ile Zeki Demirkubuz arkadaş falan olsalar ve ne bileyim barda kahvede falan muhabet ederken, dertleşirken falan biri ötekine -
-Kız olsam sana verirdim abi dese. Ne bileyim hiç sırıtmaz hiç abes olmaz, yani kime vercek ki başka bildiğin ruh ikizi falan bunlar. Allah mesud etsin. -Amin.

Oh saçmaladım rahatladım. Hadi sağlıcakla.

Ayrıca Bunu evde denemeyin.  Çok fena spoiler içerir.

4 Mart 2011 Cuma

Hüseyin iyi bir adamdı .





Bu arada nasıl apaçi oldum.sonra anlatıcam. Bir deri ceketim bile yok anneme küstüm, tüm ortam bana küstü.
O bu deilde can sıkıntısı kötü şey. Bi de yicek bi şey yok lan,mesala; sabah patso yedim sonra aksam yine patso yedim. Sanırım bu sabah yine patso yiyeceğim. Tıpkı sanat filmi gibi. Yani demem O ki .. Hüseyin iyi bir adamdı, keşke evde yiyecek bir şey olsaydı.

27 Şubat 2011 Pazar

Küçük Oscar

Bir Oscar Törenimiz var böyle sanki defile ; güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler . herkesin seveceği filmler.
Parlak kutularda toy mühendisler falan. Sonra neden her kıyafet ve film inanılmaz güzel ?  inanamadığınız şey ne arkadaş ?

Bide şey vardır kadınların beğendikleri kıyafete, ayakkabıya, çantaya aşık olmaları yada işte onları alabilecek adama veyahut hayata yada hayat kadınları ne bileyim öyle bir şey işte.

Bunca yıllık saçma hayatımda böyle saçmalık görmedim.demiş Albert Camus. işte aynen öyle.

Mesela ben Hollywood filmlerini hiç sevmem. İzlesem belki severim ama izlemem. Çok fena ön yargılara sahibim fakat onları seviyorum da. IMDB top 250 den nefret ederim ama bu onlara yer yer şans vermediğim anlamında gelmiyor. Geçenlerde SE7EN filmini izleyeyim dedim ama filmin yarısında çıktım. ( çok fena enetelim ) Yok lan en başta SEZEN sanmıştım ben onu her neyse.

Black Swan' a ödül verecekler lan çok acı. Sektöre bak. kapitalizme bak. tekelleşmeye bak. sinemaya bak. tipe bak. şu hareketlere bak ya yemin ederim gerizekalı
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...