Sayfalar

1 Ağustos 2014 Cuma

Modern insanın maceraları V



Kendi kendini tekrar ederek sürekli var olma yolunu seçen modern insan için bu bir tercih değil, tıpkı tarlada çapa yapan bir kadının sürekli görüntüsü gibi ekonomik bir zorunluluktur. Bu zorunluluk dışında çapa veya toprağın ta kendisi olmak tercih edilebilir. Buradaki tek ahlaksız taraf ancak- çapa yapan kadın kadar yorulmuş gibi yapmak, çapa kadar işe yarıyormuş gibi gözükmek veya toprak kadar yaralanmış gibi hissetmektir.

Direnmek ve “direniş kültürü” modern insanın ellerinde ancak bir sosyal aktivite olarak kendini ifade edebilirdi ki “sosyofobik”ler burada da kendilerine yer bulamadılar. Çünkü ; pat diye şehrin ortasında olma fikri veya işlek bir cadde’de uzun süre kalabilme tahammülü göstermek; ‘mağara’dan bu yana toplumsallaşma adına evrilmemek için kendini apartmanların çatılarından aşağı bırakan sosyofobikler için oldukça zordu.

Modern insanın alışılmışlığı yalnızlığıdır ve bu ne kadar yüceltilirse o kadar derinleşir. Çok kendini imha ederek tek’e ve eğer tek’inde kıymeti bilinmezse hiç’e evrilir. Bu tarihsel sürecin panzehiri ise hayatının bir evresinde tek’ten önce hiç’e ( yokluğa ) maruz kalmışın tek’in kıymetini anlaması ve ona sarılmasıdır. Buradaki teklik ilahi anlamda değil ‘biriciklik’ çerçevesinde düşünülebilir veya tam tersi de olabilir.

Modern insan beşinci macerasında, kafasındaki bulanıklığın dağıldığını ve daha kati cümleler kurduğunu fark edince kendi kendini durdurdu. Çünkü bu durum ucuz macerasının devam etme olasılığını tehlikeye atıyordu. Macerası biterse ne yapacaktı ki? Sonuçta yaşananların da bir anlamı yoktu, insan hikayeleştirmediği sürece.. Ayrıca kendine yakıştırdığı bu isminden dolayı yaşadığı ikilik onun yavşak taraflarını öylece ortaya koymuştu. Hem itham ettiği kişiye hem de kendisine modern insan diyordu ve ister istemez bu kendisinde de bir paranoya yaratmıştı. Kendisinden bu kadar bahseden modern insanın da şüphesiz kendisiyle bir alıp veremediği vardı.

Öylesine çekilmiş bir fotoğrafın asla bir daha planlanamamazlığı onu en iyi fotoğraf yapar ama değerli kılmaz tıpkı bu macera gibi. Çünkü; dar ve sıkıcı olan geniş ve eğlenceli olana göre daha ince bir suistimal alanına sahiptir. Hal böyleyken ilk paragraftan sonrası bir suistimal olarak kabul edilebilir ama bir vakit kaybı kesinlikle değil. .. .. . ... ..  . . .

8 Eylül 2012 Cumartesi

Belirli Gün ve Haftalar


   Kafka bir gün - daha böcek olmamışken- Belirli Gün Haftalar Kolu'nun ne işe yaradığını ve bu belirlenmiş günlerin belirsizliği üzerine yine belli belirsiz bir şekilde düşünürken. O zamanlar kimsenin üyesi olmaya tennezül dahi etmediği bu kolun, geleceğin bir kolu - olacağını aklının köşesinden dahi geçirmedi. ya da geçiremedi. ve gitti Sivil Savunma Kolu oldu.

   Fakat arkadaşı Camus' benim için farketmez "hepsi bir" nasıl olsa bi boka yaradığı yok diyerek geriye ne kaldıysa o kola yazdı adını. - Hatta kendisi bile yazmadı - boş kalan yere öğretmeni onun adını , onun adına  karaladı.

  Diğer bir arkladaşları Sartre ise "Kol özden önce gelir" falan deyip deli ayağına yattı. Öğretmeni senin kafan çok karışmış oğlum çık bi elini yüzünü yıka gez dolaş diyerek - Küçük Sartre'yi  "Gezi ve İnceleme Kolu'na yazdı.

  O esnada bıyıkları daha yeni terlemiş olan minik Nietzsche ise kararını çoktan vermişti. Hava Gözlem Kolu olacaktı. Aslında Sınıf  Başkanı'da olası vardı ama - İlerde bir gün, Ahlağın Soykütüğü Üzerine kitap yazacak adamım ben lan deyip kendini frenleledi. Ya da frengiledi.

   Marx ise Temizlik Kolu olup milletin dırdırını çekeceğime gider sınıf başkanlığına adaylığımı koyarım daha iyi diye düşündü. Öğretmeni küçük Marx'a sınıfa konuşma yapması için bir kaç dakika verdi. Sonrasında ise "Marx başkan olsun diyenler parmak kaldırsın" diye sınıfa direktif verecekti. O yüzden Marx'ın yapacağı bu konuşma çok önemliydi ve Marx cümlelerine; Eğer beni başkan seçerseniz sınıfları ortadan kaldıracağım diye başladı. Kimse bi bok anlamadı ama Marx o kadar cok konustu ki toplasan 3cilt kitap olurdu. Öğretmeni sussun diye Marx'ı Başkan yaptı ve bir süre 2-A 2B 2C sınıfı toplanıp aynı derslikte eğitim ve öğretim hayatlarına devam etti. Bir sırada 3 kişi falan oturdular.. Çok ses çıkıyordu ve öğretmenin ne dediği anlaşılmıyordu. O yüzden o sınıfa maruz kalmış bir çok genç beyin orta okul bittiğinde hayatlarına Çınarlı Yüksek Meslek okulunda devam ettiler. Çoğu şuan işsiz. Böylece, Marx'ın ilk Komün denemesi başarısız olmuştu.

    Sonuç olarak bu 5 arkadaş perişan oldu gitti. Sınıfın geneli ise seçtiği kolların mağduru olmuş, bundan sonraki hayatları o seçtikleri "eğitsel kollar" ışığında kararmış gitmişti. Sadece ve sadece Belirli Gün ve Haftalar Kolu'nu seçenler hayatları boyunca kendileriyle ve sistemle barışık yaşadılar ve her gün gece 12'yi geçtiğinde Facebook'ta o günün anlam ve önemine dair iletiler paylaştılar. Nispeten kolay bi işleri vardı ve her ayın 15'i demeden de maaşları bankaya yatıyordu..

24 Nisan 2012 Salı

YERALTI Filmi.



   [Olur da bu sıkıcı film üzerine yazılan daha sıkıcı bu yazıyı okuyacak olursanız ilk önce sessiz sakin - kendinizle kaldığını bir vakitte - şu şarkıyı dinlerseniz iyi olur fena olmaz. İlhan İrem - Yeraltından Fısıltılar]
                                                               --- (filme dair spoiler içermez) ---
...

   Öznel bir üretimin bir başkası tarafından yine öznel bir yorumu olabilir. Eleştirisi ise  -çok zor- olur.  Bu yazı;  öznel bir üretimin yine bir başkası tarafından öznel yorumunun üzerine benim kişisel akıl yürütmemdir. Çünkü şuna inanıyorum ki; “kişisel” olan aynı zamanda toplumsal olandır ve benim kendimi belirleyişimde aldığım kararlar aynı zamanda etrafımdakileri de belirler. Kendimden başkası olamayacağım gerçeği de ancak ve ancak tüm yolları deneyip yeraltına  iyice yaklaştıkça fark edebileceğim bir hakikat olduğuna göre kişinin kendini sevmesinden başka çaresi yoktur.
    

   Bir mecburiyet yoluyla kendini sevme yolunu seçmiş insan , vücudunda bir kanser gibi yayıldığının her an farkında olduğu varoluşu ile artık barışmayı , mutluluk ve sevgi gibi temel gereksinimleri olan insansal duygularına ek olarak korku ve açlık gibi hayvansal korkularını da göz ardı edemeyişinden gelen orta yolu bulma çabası söz konusu insanda; mutluluk, sevgi, korku ve açlık kavramlarının yer yer iyice iç içe geçmesine , ancak korku ile duyabileceği bir sevgi ve  doyumsuz bir mutluluk anlayaşı olarak  geri döner.  ( imla olarak yerle bir olan bu paragrafı tek solukta okumanız tavsiye olunur çünkü, demek istediklerimi kelimelerle ifade etmek sanırım mümkün olmadı. Ama yine de ayrı ayrı olmasa da bir bütün olarak  bu paragraf bazılarına bir şeyler ifade edecektir.)

  
   Söz konusu filmle alakalı ve yer yer alakasız olarak ilerleyen bu yazımda, özellikle ikinci paragrafta fark ettiğim bir gerçek, film hakkında da bir başka gerçeği daha iyi anlamama yardımcı oldu.  Eğer ki insanın ne olduğuna dair bir şeyler anlatmak istiyorsanız. Bunu kendinizden bağımsız ve diğerlerinin sizi onlara bağımlı kılacak kurallarını alt etmeden yapmanız pek de mümkün değil. Bence bu yüzden Yeraltı’nda  yer yer bu zorlukları aşma çabasından kaynaklanan aksaklıkları görüyoruz. ( bur bir eleştiri değildir. Aksine filmi beğenmemi sağlayan iç dinamiklerden biri) Çünkü, ben -kişisel olarak- bir filmde tıpkı insanın kendi çıkmazlarında olduğu gibi , filmin gidişatında var olabilecek bu tutarsızlıkları ve çoğu izleyici tarafından büyük bir hata olarak görülebilecek çoğu şeyi filmin yaratıcısının da tıpkı filmin baş karakteri Muharrem gibi bir karakter olabileceğini de göz onunda bulundurarak; yani filmi yaratıcısının kusurları ile bir görerek kendi içimde haklı çıkarıyorum.
  
   Kelimeleri bir araya getirip cümlelere, bu cümleleri de bir sıraya koyup paragraflara dönüştürme çabası tıpkı bir filmin ard arda sıralanmış sahnelerinden farksız. Kendinden başkasına da kendini anlatma çabası filmde de gördüğümüz gibi yer yer dış seslere gereksinim duyuyor.( dış ses, söz konusu yazı olunca,burada olduğu gibi parantez olarak kendini gösterir ) Tabi bu dış sesler olmasa nasıl olurdu kestirmek zor ama bunun da yine yönetmenin müthiş bir anlaşılma korkusunun ürünü olduğunu unutmamak gerekiyor. Öyle ya da böyle Zeki Demirkubuz gerçeği her şeyin üzerinde tutmak için kendi egoları ile devamlı savaş halinde olan bir yönetmen. Tabi ki, bu savaşta bazen galip gelecek bazen de yenilecek. 
  
  Yeraltından çıkıyoruz..

   Kısacası, bu film Zeki Demirkubuz deyince , ilk olarak ” Abi Masumiyet, Kader süper ya.”  Diye cevap verenlerin  ( ki ben de bu filmleri çok seviyorum ve anlaşılacağı üzere burada olayın farklı bir yönünden bahsedeceğim. ) çok da seveceği bir film değil okuduğum kadarıyla olmamışta. Bu iki filmin arabesk altyapısından etkilenip kendilerine yakın bulmuş olanların seveceği türden bir film değil Yeraltı. Çünkü; bu filmlerin toplumda Orhan Gencebay misali bir sempatisi ve kabul görmüşlüğü vardı. Fakat söz konusu Yazgı gibi toplumun genelinin uzak olduğu duygular ya da Üçüncü Sayfa gibi her zaman hor görülecek  en alt kültürün hikayeleri olunca aynı beğeni mümkün olmamıştı. Yeraltında da  yine çoğumuzun pek düşünmek istemediği insana dair duygular söz konusu. Tabi ki bir Dostoyevski hikayesinden de esinlenilmiş olmasından ötürü.  

   Ek olarak; Zeki Demirkubuz onu derinden etkileyen yönetmenlerden birinin Michael HANEKE olduğundan artık bi yerlerde bahsetmeli. Filmin bir sahnesi ben de direk Der Siebente Kontinent’e ait duygular uyandırdı -  görsel ve işitsel olarak- . 

27 Mart 2012 Salı

Modern İnsanın Maceraları 4


   Modern insan evrendeki en rahat yerin odanın köşesinde, başının sol tarafında bulundan sehpanın sivri ucu olduğunu fark edince var olmanın değil hiç olmamanın bir özgürlüğü olabileceğini düşündü.
    
 Devamında ise bir durumun belirlenmişliği asla onun özgürlüğünü belirlemeyeceğine göre var olanın içinde herhangi bir sonsuz hareket alanı aramanın nafile bir çaba olacağını aklından geçirdi ama bunu belli belirsiz bir şekilde aklından geçirmiş olacak ki o kadarda üzeride durmadı belki de istemedi.
    
   Tüm cümlelerin ortak noktasından anlaşılacağı üzere bu esnada sadece düşündü, yani tüm bunlar olduğu sırada hiç kıpırdamadı ya da kıpırdayamadı bunun kendisinin bir tercihi olup olmadığının ayrımına varacak kadar kafa yormayı anlamsız bulmuş olmalı ki sadece o evrendeki en rahat yerin başını esir almasını sehpanın köşesi ile ağır kafası arasındaki ezilmiş sol kulağı sayesinde dinledi.
   
  Sehpanın üzerinde bir cansız manken bütün o plastik kokusu ve donuk bakışları ile tepesinden aşağı ona bakıyordu fakat bunu görebilmek modern insanın konumu ve o anki durumu açısından imkansıza yakındı. Modern insan sadece sağ çaprazında olup bitenleri kısmen açık olan sağ gözü aracılığı ile görmeye çalışırken sol gözü ile sehpanın sivri köşesine bakıp bir yandan da bunun nasıl da dünyanın en rahat yeri olabileceğini düşünüyordu.
   
  Modern insanın bu anlamsız macerası ilk bakışta bir düşüş hikayesi gibi görünmesine rağmen gerçekte ne olduğuna dair herhangi bir ipucu yoktu. Hem diğer maceralarına da benzemiyordu bu seferki ve kendisinin dahi fark edemeyeceği bir gariplik vardı.
    
  Tüm bu gariplikler içinde, modern insan olduğu yerden yavaşça doğruldu hali hazırda dışarı çıkmak için uygun olan kıyafetlerini hiçte değiştirme gereği duymadan okula gitme niyeti ile evinin kapısından çıktı. Tek başına yürümek yolda küçük oyunlar oynamayı gerektirir diye düşündü Bu yüzden yol boyunca karşıdan gelen insanların giyinişleri üzerinden karakter tahlili yapmaya karar verdi ama zaten en fazla 3 farklı insan tipi görebileceğini gideceği yolun ortalarında tekrardan farketti.
    
  Aklını en çok düğüne gider gibi bir yere giden kadınlar meşgul etmişti. Bunlar her anlamda düğüne gider gibi giyinen düşünen ve yaşayan insanlardı ve sayıları nerdeyse yüzde ellileri zorluyordu. Birde sanki gittiklerinden çok farklı yere gidecekmiş gibi giyinenler vardı mesela Fransa, mesela Yeni Dalga. Bunlar da genelde düğüne gider gibi giyinenler ile aynı zeka seviyesine sahip olmalarına rağmen müthiş bir farkındalık takınmışlardı. Diğer bir tip ise bunların arasında bir yerde konumlanıyordu ve üzerine konuşulmaya bile değmeyecek kadar silik kalmayı tercih etmiş modern insanlardı.
    
  Bu düşünceler eşliğinde modern insan dersinin olduğu sınıfı bulup içeri girdi. Karşısında kendisinin müthiş bir farkındalık sahibi olduğunu düşünen bir öğretmen buldu. Söylediği her cümlenin ardından yavşak bir gülümseme ona eşlik ediyordu. Modern insan etrafına baktı ve  neredeyse 15 senedir bunu yapmalarına rağmen hala da öğretmenini dinlemekten vazgeçmeyen,sıkılmayan,bıkmayan ve bundan içten içe gizli bir huzur duyan insanları gördü. Bunlar aynı zamanda önemli gördükleri noktaları önlerindeki kağıtlara yazıyordu*
Bu macera da o esnada ödünç alınmış bir kalem ve kağıt ile yazılmıştır.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Modern İnsanın Maceraları 3



    Modern insan çimlerde otururken etrafına bakınıyordu. Çevresindeki bir sürü insan da çimlerde oturuyor, yürüyor ya da uzanıyordu. 
    Dış görünüşlerinden çoğu aynı gibi gözükse de çoğu zaman detaylarda, bazen de genel anlamda birbirinden tamamen farklılaşan bu insanlar, birbirine çok benzeyen çimlerin üzerindeydiler. Birden bire çim denilen şeyin sadece çim olmadığını çok farklı şeyleri de işaret ettiğini düşündü modern insan. Çim diyince kimsenin aklına tek bir çim gelmiyordu mesela. Biz hep onları binlercesi, yüz binlercesi bir arada görmeye alışmıştık. Tek başına çok soyut ve varoluşsal anlamalara yorabileceğimiz çim, diğer çimlerle bir araya geldiğinde daha çok sosyal-ekonomik maddi konulara yöneliyordu.

    
    Bunları düşünürken aynı zamanda etrafına bakmayı sürdürüyordu modern insan ama kendisini çok zorlayacak bu tümevarımsal muhakeme şekli bu sefer gözünü korkutuyordu. Her ne kadar dünyayı anlamak adına atomdan yola çıkmadıysa da, görülebilirlik içindeki en küçük şeylerden biri olan – çimden- başlamıştı. Tabi ki saçma da olsa aklından geçen şeylere dur diyecek hali yoktu. Hem bir modern insan olarak, kazanılmış en büyük özgürlüklerinden biri; çevreye zarar vermediği sürece istediği düşünceler içinde boğulabilmesi hatta delirebilmesiydi.

    Ardından modern insan çim konusunda yanılıyor muyum acaba? diye kendine sordu. Kendini doğrulamak adına örnekler bulmaya çalıştı. Daha önceden belirttiği üzere zaten kendini doğrulayabilmesi ve iç huzur, modern insanın en büyük çabalarının başında geliyordu. Kendine hatırlattığı bu gereksiz bilginin ardından. Mesela şimdi bu insanlar buraya geldiğinde yüksek ihtimal çim de kuruymuş, hava da güzelmiş, oturalım bari gibisinden cümleler kurmuşlardır. “Çimler” dememişlerdir sanırım diye düşündü. Bu ona o an için yeterli bir kanıt olarak geldi ve onu bir süre idare etti. Ardından için için  kendini yemeye başladı ve hala bir kanıt arama peşindeydi ki. - Yani şimdi bir köşede bir sürü çiçek olsun bir yerde de büyükçe bir alanda çim. Herhangi biri gelip bunların önünde dursa acaba ne derdi? Herhalde şurada çiçekler şurada da çim var derdi.  Diye düşünerek devam etti.

    Bir süre sonra modern insan kendi içinde bu problemi çözemeyeceğine karar verdi. Böyle bir şeyi gidip diğer insanlarla da paylaşamayacağıma göre en iyisi kendi bildiğimi doğru sayayım. dedi kendi kendine. Hem detaylar da boğulup geneli göz ardı ettiğini geç de olsa fark etti ve kendine sordu. – Sahi benim asıl problemim neydi. ?
Modern insan yavaş yavaş çimlerden doğruldu şöyle bir etrafına baktı ve bir kez daha içinden geçirdi “Benim asıl sorunum ne? Çimen ve ya toprak da olmadığına göre en baştaki derdim neydi? “ Sonra biraz yorulmuş ve sıkılmış olacak ki boş ver dedi ve ekledi. – Sonuçta; O filmin de söylediği gibi. – Filler oynaşırken olan çimenlere oluyordu.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Modern İnsanın Maceraları 2



   Modern insan yatağından kalktı. Yatağından ani kalkışı onu mutsuz etti ve şöyle düşündü. Oysa okuduğum o tüm kitaplardaki kahramanlar sadece ve sadece yataklarından kalkmazlardı. Bu süreçte onlara bir sürü sıfat, dolaylı tümleç, zarf, belirtili ve belirtisiz nesne de eşlik ederdi – dedi. Sonra 21yy.da yaşadığını, bahsettiği o şeylerin bundan yüzlerce yıl öncesine ait olduğunu düşündü ve içi rahatladı.  Sonuçta -içini rahatlatmak- eylemi, sadece kendinin değil tüm modern insanların en büyük gereksinimiydi.
     
   Garip zamanlarda yaşıyoruz dedi içinden. Belki de bu şekilde eskiye olan özlemini bir nebze de olsa gidermek ve sanırım kendince, “bak bu çağın da kendine özgü karakteristik özellikleri var” demek istiyordu ki birden  bakkala gitmeye üşendi. Bu düşünceleri arasında ani bir mekan değişikliğine yol açmıştı. Hikayesinin devamı için de ne kadar alakasız gözükse de aslında bağdaştırılabilirdi. Sonuçta modern insan olarak modernizmin ona sunduğu sürrealizm gibisinden “şey” leri emellerine alet edebilirdi yeter ki uygun bir üslup geliştirebilsindi. Sonra en büyük problemin cümleye “bakkal” ile başlamak olduğunu fark etti. Hala bakkal dediğime göre ; “yoksa tam anlamıyla bir modern insan değil miyim ?” diye düşündü. Fakat, hala bakkal denen şeyin ağızlarda olmasa da reel de varlığını sürdürdüğünü düşündü. Sadece onun yerine daha modern bir kelime olarak görülen market hatta süper market gibisinden kelimeler tercih ediliyordu. Sonuçta onların içinde de bir çok bakkal gizliydi.
  
   Daha yüzünü yıkamamışken ve ağzındaki modern zamanlardaki çevre kirliliğine denk düşen pislik yerini normal seyrine bırakmamışken, Greenpeace denen şey’in gereksizliği üzerine düşünürken, madem gidip ekmek alayım diye düşündü. Hem böylece yolda canı sıkılmayacaktı. Modern insan kendince düşüncelere dalmış iken kendini süper market denen yerde buldu ama hepimizin de beklediği üzere hala hayatında bir şey değişmemişti. Her şey hala normaldi.  Ardından bütün o ürün rafları onu  kendisine çekmeye başladı. Yüzünü ürünlere döndü ve sanki çok önceden birlikte olduğu bir kadını yolda görmüşte adımlarını olabildiğince bitişik atmaya özen gösterir gibi ilerledi. Her ürüne ayrı ayrı dokunma ihtiyacı duyuyordu, bunu kendini 15 veya 16. ürünü uzun süre ellerken  bulduğunda fark etti. Ambalajlara artık içindeki üründen daha çok özeniliyor diye geçirdi içinden. Sanki, çok büyük bir şey keşfetmiş gibi böbürlendi kendi kendine.  Bir önceki macerasındaki takıntılarını da es geçmeden aldıkları ile birlikte evin yolunu tuttu. Yol boyunca kafasını meşgul edicek pek bir şey bulamadı. Belli ki bu gün modern insan için normalden de renksiz geçicekti.
    
   Eve yaklaşırken aldığı ekmeklerin uç kısımlarının hepsi  yine kabul edilebilir ölçüde olmak şartıyla yenmişti modern insan tarafından. Artık bilinçsiz bir şekilde onda -motor davranış- haline gelen bu durum, modern insanın ilk defa bakkala gidebilme yetisine sahip olduğu çağlardan beri ona eşlik ediyordu. Evinin kapısını açmak adına kilidi zorlarken. Bir adamdan duyduğu “Eğer korku ve açlık hala insan davranışlarını yönlendiren iki önemli etken ise ilk insandan bu yana çok da ilerlediğimiz söylenemez.” Cümlesi geldi aklına. Sonra macera dolu bir aşk, dram veya korku filmi izleyemeyeceği için olsa gerek kendisinden daha da monoton hayatların hikayesini anlatan bir film izlemeliyim diye düşündü. Hem böylece modern insan kendini yalnız hissetmeyecekti.
     
   Bu ruh hali içinde mutfakta yumurta kırarken, bahsi geçen o cümleyi söyleyen adamın aslında çok da haksız olmadığını ama çok da haklı sayılamıyacağını düşündü. Çünkü gereğinden fazla kesin hatlarla çizilen her düşünce muhakkak bazı diğer düşüncelere haksızlık edecekti. Bizi yönlendiren başka şeyler de olmalı muhakkak diye düşündü. Yoksa homo homo sapien’ den bu yana; Gökten yağan beyaz şeyin metafizik bir korku unsuru değilde kar olduğunu anlamanın o müthiş (!) farkındalığı dışında daha herhangi bir farkındalık belirtisi gösteremeyen türdeşlerinin varlığını hangi bahane ile açıklayabilirdi.
     
   Bu arada yumurta gereğinden fazla pişmiş ve modern insan acaba kendi bahanesinin ne olduğunu düşünerek kahvatı masasına oturmuştu. Bir önceki macerasında öğleden sonra başlayan hikayesi bugün öğlen olmadan bitmişti.

Gel, Bahar gel.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...